Yaşam

18 Mart: Çanakkale’nin Derin Sessizliği ve Kahramanlık

Çanakkale’de o yokuşlarda, toprağın altındaki askerlerin, denizin derinliklerinde kaybolanların, annelerinin son bir kez “güle güle” diyemediği oğulların, gözyaşlarıyla, umutla bekleyen sevdiklerinin varlıkları yoktu sadece… Çanakkale’de kaybedilen her bir can, bir milletin yeniden doğuşu için gerekli bir bedeldi. Her birinin arkasında bir aile, bir umut vardı. Ama bugün, onların bedelini ödeyerek kazandıkları bu topraklar, sadece onlara değil, bizlere de miras kaldı. Her 18 Mart’ta, Çanakkale’deki şehitlerin ruhlarıyla baş başa kalırız aslında. Sadece tarihe değil, aynı zamanda onlara olan borcumuzu da hatırlayarak.
O kahramanlar, cephede ölümle burun buruna gelirken, bir tek şey biliyorlardı: Vatan! Bu toprakları savunmak, kendi evlatlarının geleceği için savaşmaktı. Hangi silahın gücü, hangi stratejinin gücü o cesaretle kıyaslanabilir ki? Çanakkale’deki zaferin gerçek gücü, vatan sevgisiyle yoğrulmuş o yüreklerdeydi. Hani deriz ya, "Bir elin nesi var, iki elin sesi var," işte Çanakkale'deki kahramanlık da bir milleti bir araya getiren bir sesin yankısıydı.
Ve bu kahramanlar arasında, en çok bilinenlerden biri, Seyit Onbaşı’dır. 276 kilogramlık o büyük top mermisini, göğsünü siper ederek, topa doğru yönlendiren Seyit Onbaşı, o an Çanakkale'nin kaderini değiştiren simgelerden biri olmuştur. Onun gücü, sadece fiziki değil, inanç ve kararlılıkla şekillenen bir güçtü. "Vatan sağ olsun" diyerek, bu toprakların savunmasına katkı sağladı ve hafızalarımızda unutulmaz bir kahramanlık öyküsünü bıraktı.
Mustafa Kemal Atatürk ise Çanakkale’de sadece askeri bir lider olarak değil, Türk milletinin kurtuluş mücadelesinin simgesi olarak tarihe geçti. O, bir milletin dirilişini Çanakkale’de başlattı. "Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum" diyerek, Çanakkale’nin sadece zaferini değil, bir milletin yeniden doğuşunu simgeledi. Onun vizyonu, kararlılığı ve liderliği, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin temellerini attı.
Ve belki de en dokunaklı olanı, Çanakkale’deki “Onbeşliler”dir. Henüz ergenlik çağında olan bu gençler, hayatlarının en değerli yıllarında, vatanı savunmak için cepheye gitmiş, ölümle burun buruna gelmişlerdir. Henüz büyümemiş bedenleri, her birinin içinde bir yürek, bir umut barındırıyordu. Onlar, tıpkı diğer kahramanlarımız gibi, toprağa düşerken, vatanlarının özgürlüğü için canlarını feda ettiler. Çanakkale’deki çocuk kahramanlarımız, vatan sevgisinin ne kadar yüce bir duygu olduğunu bir kez daha bizlere gösterdiler.
Bugün, Çanakkale Boğazı’ndan geçen gemilere bakarken, sanki o kahramanların son sözleri kulaklarımızda çınlar. Onlar, bir daha geri dönmeyeceklerini bile bile, son bir kez “Benim topraklarım, benim vatanım için” demişlerdi. Bir daha görmedikleri annelerinin, babalarının, çocuklarının ellerini bir daha tutamayacaklarını bile bile savaştılar. Ve ne acıdır ki, belki de en büyük zafer, sevdiklerinin gözyaşlarını silmeden, onların yüzlerini bir daha görmeden kazandıkları zaferdi.
18 Mart, yalnızca bir zaferin yılı dönümü değil, bir milletin yeniden birleşmesinin, birlikte dirilişinin günüydü. O gün, yalnızca askerler değil, Türk halkı da bir olmuş, tek bir yürek olmuştu. O zamanın kahramanları, bugün bizlere “Birlikte daha güçlüyüz” mesajı vermeye devam ediyor.
Her 18 Mart'ta, bu zaferin yıldönümünü anarken, sadece bir askerin değil, o askerin arkasındaki annelerin, babaların, eşlerin de fedakarlıklarını hatırlamalıyız. Ve o topraklarda dökülen her damla kanı, her gözyaşını unutmadan, bugünün Türkiye’sinin her karışını korumak için daha çok çaba göstermeliyiz.
Çanakkale, bir halkın, bir ulusun ruhudur. Bu ruh, her zaman kalbimizde yankılanacaktır. Bugün de, 18 Mart’ta, Çanakkale’deki kahramanlarımızı anarken, sadece bir zaferi değil, aynı zamanda bir halkın tarihine yazdığı kahramanlık destanını kutluyoruz. Onlar, bizlere sadece özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu öğretmediler, aynı zamanda her birimizin bu vatan için ne kadar kıymetli olduğumuzu da hatırlattılar.
Şehitlerimizin ruhu şad olsun.